Yarım Ay
Henüz beş yaşındaydım… Mutfaktaki turuncu masanın önünde durmuş babaannemin yaptığı irmik tatlısına bakıyordum. Öğleden sonra teyzeler toplanacak; birbirlerine dönüp tek tek nasılsın diye hal hatır soracaktı. Bir ara yanlarına gidip hoş geldiniz demem gerekiyordu ama zamanı iyi ayarlamalıydım. Erken gidince bütün selamlaşma faslına tanık, geç gidince de lütfetmemiş gibi ayıp etmiş olacaktım. Babaannem telefonla konuşuyordu ama ne dediğini bir türlü duyamıyordum. Zaten bunların yahut mutfaktan taşan hamur işlerinin masadaki irmik tatlısının yanında hiç bir önemi yoktu. Bizimkiler hala o kadar tatlı çeşidi varken irmik düşkünlüğüme anlam veremediklerini söyler. Belki sırf babaannem yaptığı için belki de hakikaten kimse onun gibi yapamadığı için… Borcam kasedeki tatlıya servis edilmeden önce dokunmak çok ayıptı. Sonra misafirler dokunulmuş yiyeceği mi yiyecekti? Bu sözler kafamda kaç saniye döndü bilmiyorum ama dedemin ayak sesiyle kafamı bir saniyede koridora döndürdüğümü hatırlıyorum. ...