Mokoena Gibi Atlıyor Zaman...



Kimimizi altı yaşında götürdüler oraya, kimimizi yedi. Bak dediler: “Bu sıra, bu masa, bunlar da arkadaş. Hepsi ne cici.”






Herkes oradaydı sanki! Dünyada bu kadar çok çocuk var mıydı gerçekten? Boylarımız o kadar kısaydı ki öğretmen hemen seçiliyordu. İlerleyen yıllarda bu boy farkının zararını kopya çekemeyerek anlayacaktık tabi…





Okul hayatının en güzel anları teneffüslerde geçerdi… Dersler neyse de o saatlerce süren, hışırtılı uğraşlar sonucunda kaplanan kitaplar! Bugünlerde özleyeceğim aklımın ucundan geçmezdi. Hepsini çantama koyduğumda böcek gibi sırt üstü düşeceğim zannederdim. Zaten ömrü karşısına çıkacak problemleri çözmekle geçecek bizlere hangi akla hizmet o problemleri dayarlardı bilmem. Ama teneffüslerde portakallı Cino yiyebilmek bile o problemlerle uğraşmaya değerdi. Cin de o zamanlar 3 harfli değil, yenebilir bir bisküviydi. (Daha eski okul kantinleri için Bkz: Devlet Bahçeli ve Püskevit) Zaten enerji taşan bünyelere neden bir hışımla da biz enerji depolardık bilmem ama bunların sonucunda okul bahçesindeki haşarılıklarımız hiç bitmezdi!

Kim ne derse desin küçüklük yaralanmalarının en delileri de hep okulda bulmuştur bedeni. Düşe kalka o sakız gibi, bembeyaz okul çorapları itinayla parçalanırdı. Acıyla hemen gözden iri bir damla yaş süzülür, yüz ekşitilir ve ağız bağırmak için aniden açılırdı. AMA! Evde değil de okulda olduğunun farkına vardığında... Arkandan “bebe” demesinler diye o çeneyi zorla kapar, yüzü gökyüzüne çevirip tuzlu gözyaşını eritirdin. Zaten böyle zamanlarda o, derste senin saçını çekip atkuyruğunu bozan tiplerden biri sırada asla göstermediği nezaketi gösterip yanına gelir, üzülerek yardım etmeye çalışırdı. Ecza Dolabında ikinci bir kriz anına kadar barış temsilcisi olurdu...


Zaman, ne ara attığını fark etmediğimiz boyumuz gibi işte... Uzun atlamada parmak ısırtan Godfrey Mokoena gibi pat diye bugünlere attı bizi. Bugün dediğim zaman, üniversiteyi bitirdiğim günlere tekabül ediyor bende. Hele bir de “geçici mezuniyet belgesi”nin gerekli koşullarını okuduysan, tamamdır. Her yaz tatilinden sonra döndüğün okul artık yok. Her ara dönemde duymaya alıştığın “sen şimdi kaça geçtin?” sorusu yok. En geçerli bahane olan “okuyom ben ya” kalıbı da artık hayatında yok. En kötüsüyse “iş” denen musibette, yıllarca bünyeye dikte edilen saat 3’te paydos ve iki gün hafta sonu tatili de yok!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarım Ay

VAR OLMAYAN ÜLKE’NİN KAYIP ÇOCUKLARI

Satın Alınamayan Hayal