PELİN ESMER

Oyun isimli belgeseli ile dünya çapında üne kavuşan Pelin Esmer, 25 eylülde gösterime giren ilk uzun metrajlı filmi 11’e 10 kala ile karşımıza çıktı.

Not: Röportaj 11'e 10 kala vizyona girmeden önce yapılmıştır.

Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezunsunuz. Peki, film çekme isteği sizde nasıl oluştu?


Liseden beri izleyici olarak sinemaya ilgim vardı. Üniversitede sosyoloji okudum. Sosyoloji alanında Türkiye’de yapılabilecek temel şey akademisyen olmak. Akademisyenliğe yapı olarak çok uygun olmadığımı düşündüm; kendimi ifade etmek için sinemanın daha uygun olacağını hissettim. Bu sırada da tek başına film yapmak için buraya gelmiş olan Amerikalı yönetmen Jeanne Finley’e asistanlık yaptım. Yavuz Özkan’ın sinema atölyesi o sene açılmıştı. Bir yıl oraya devam ettim. Daha sonra yönetmen yardımcılığı yaptım ve zaman içinde kendi filmlerimi yapmaya başladım.




Sinemaya, Türkiye’de çok da üstüne gidilmeyen bir dal olan belgesel film ile başladınız. Neden kurmaca değil de belgesel?

Ben aslında bir türe yönelmedim. Evet, ilk yaptığım filmler, Koleskiyoncu ve Oyun ikisi de belgesel, 11’e 10 kala ilk kurmaca filmim, ama mesela Oyun’da konu beni belgesele yönlendirdi. Oyun’da Arslanköy’deki kadınların yaşadıkları müthiş bir deneyime, kendi hayatlarından uyarladıkları tiyatro oyunun sahneleme süreçlerine dâhil olmak istedim. Gerçek bir deneyime sinemacı olarak konuk olmak gibi. Bunu da en iyi belgeselle yapabileceğimi düşündüm.

Paris’e Cannes Film Festivali’ne gittiğinizde, 11’e 10 Kala’nın senaryosunu yazmaya başlamışsınız. Neydi size bu senaryoyu yazdıran duygu?

Cannes Film Festivali’nin finanse ettiği Cinefondation isimli bir kurum var. Burası senede iki kere yönetmenleri yazmak ve çalışmak üzere Paris’e davet ediyor. O yönetmenlerden biri de bendim. 2007 yılında senaryoya orada başladım. Türkiye’ye döndüğümde de devam ettim. Çok ilgilendiğim, ilginç bulduğum ve arkasındaki soruları merak ettiğim bir karakter olan Mithat Bey’le başladım senaryoya, Ali karakterinin oluşmasıyla da ikisinin hikâyesi yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.

Öz amcanız Mithat Esmer filmde bir nevi kendisini oynuyor. Karşısında ise Nejat İşler’i görüyoruz. Bu durum bir gerginlik yarattı mı?
Birebir kendini oynamıyor tabii ki. Kendisinden esinlenerek yaratılmış bir karakteri canlandırıyor. O rolün, amatör ya da profesyonel, kendimce hangi oyuncuya daha uygun olacağını sezmeye çalışıp, ona yöneldim. Nejat İşler’in özellikle Yumurta ve Mustafa Hakkında Herşey’deki oyunculuğunu çok beğenmiştim. Mithat Bey karakteri için de yazmaya başlamadan önce zaten Mithat Esmer’i hayal etmiştim. Biri amatör, biri profesyonel, iyi bir ikili olacaklarına inandım.


Filmde konu edilen koleksiyondan biraz bahseder misiniz? Filmde amcanızın koleksiyonuna ait parçaları da gördük mü?
Onun kendi koleksiyonuna ait pek çok obje var filmde. O koleksiyonu izleyici filmi izlerken öğrenmeli diye düşünüyorum, karakterin hayatından izler taşıyan pek çok objeyi kapsayan bir koleksiyon. Bunu seyirciye sürpriz olarak bırakalım.


Çekim aşaması nasıl geçiyor? Sette gerginlik oluyor mu?

Yönetmen yardımcılığı yaptığım zamanlardan beri sette bağırış çağırış olmaması için çaba gösteriyorum.
Çekimlere hazırlıklı mı gidiyorsunuz yoksa ne yapacağınıza orada mı karar veriyorsunuz?
Hazırlıklı da gidiyorum, hazırlıksız da. Çekimlerden çok önce mekânlara gidip o mekânlardan esinlenerek de senaryoya katkıda bulunuyorum. Mekân bulma aşamasını çok önemsedim; çok uzun zaman harcadık. Tabii ki çekime gitmeden önce o mekâna dair görüntü yönetmenimle beraber çalıştık ama elbette ki aklımıza gelen bir duruma, ışığa ya da oyuncunun o anki ruh haline göre bazı şeyler değişebiliyor. Oldukça belirli bir senaryoyla çalışmış olsam da sette oluşabilecek sürprizlere açık olmaya çalıştık.

Siz kadın bir yönetmen olmanın avantajını ya da dezavantajını yaşadınız mı?


Hem avantajları, hem de dezavantajları var. Tabii ki bu iş mücadeleyi, sürekliliği ve peşini bırakmamayı gerektiriyor. Bu iş, kadın ya da erkek olmaktan ziyade bu işi ne kadar yapabildiğinle alakalı. Mutlaka ki kadın olmanın getirdiği bazı zorluklar var, ama bütünüyle ona dayanıyor olamaz. Ben sinemanın cinsiyeti olduğuna inanmıyorum.

Türk sinemasını ve yapılan filmleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son zamanlarda çok filmi çekiliyor. Tabii ki bu durumdan memnuniyet duyuyorum. Şu ya da bu koşullarda, kolay ya da ağır şartlarda -kolay dediğim yüksek bütçeli filmler- ama sektördeki bu hareket hepimiz için olumlu oldu. Gişe filmi olmayan filmlerin de sinemaya çıkmasının ve izleyiciye ulaşmasının zaman alacağını düşünüyorum. Bu da yönetmenden, yapımcıya, dağıtımcıya, sinema sahibine, seyirciye kadar hepsinin ortak çabasıyla olabilecek bir şey.

Sinema alanında çalışmak isteyen büyük kalabalıklar var. Siz de bir dönem sinema üzerine eğitim verdiniz. Sizce iyi sinemacı nasıl olunur?
İyi bir yönetmen şöyle olunur diyemem. En tecrübeli yönetmenin bile her filmde mutlaka öğrendiği yeni bir şey vardır ama merak etmenin önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum. Gerçekten çok meşakkatli bir iştir film yapmak. Gerçekten yapmaya değecek bir iş ama çok fazla kişinin emeğini gerektiren, çok zaman alan ve çok da masraflı olan bir iş.

Film festivallerinden ödüller aldınız, şimdi de San Sebastian yolunda ilerliyorsunuz. Bu size ne hissettiriyor?
Seviniyorum ve heyecanlanıyorum tabi ki. Burada sadece benim değil çok büyük bir ekibin emeği var.

Gelecekte bizi neler bekliyor? Neyi anlatmak istiyor Pelin Esmer?

Vizyona gireceğiz 25 eylülde, şu an gösterime ve önümüzdeki yurt dışı festivallerine hazırlık yapıyoruz. Aklımda birkaç proje var ve oluşum aşamasındalar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yarım Ay

VAR OLMAYAN ÜLKE’NİN KAYIP ÇOCUKLARI

Satın Alınamayan Hayal