Kayıtlar

2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

VAR OLMAYAN ÜLKE’NİN KAYIP ÇOCUKLARI

Resim
Olmayan bir ülkede hep çocuk kalmak ister miydiniz? Nerede başlayıp bittiği belli olmayan suları keşfetmek, denizkızlarıyla yüzmek ve bir perinin üzerinize serptiği tozlarla uçmak… Bunları, belki daha da fazlasını yapabilir miydiniz? İçinden “Yok artık daha neler!” diyenleri, “Bunlar masallarda olur yahu deli mi bu?” diye soranları duyar gibiyim. Kendimizi avutmaya ve hayallerimizin üstünü kapatmaya öyle alışmışız ki! Biz bile inanmışız “aslında” istemediğimize. SİHİRLİ PERİ TOZU Gelin, bir yolculuğa çıkalım… Bundan yıllar evvel yazılmış, hiç gitmediğimiz ve tek kelimesine bile aşina olmadığımız uzak diyarların dillerine çevrilmeyi başarmış bir kitabın kapağını açalım. Hep çocuk kalmak isteyen ve bizlere yıldızlar kadar uzakta kalan bir yerde, Var Olmayan Ülke’de yaşayan Peter Pan’a dokunalım. Henüz yedi günlük bir bebekken uçup giden, kanatsız bir çocuktur Peter Pan. Londra’daki Kraliyet Sarayı’nın yakınında, büyük parkın içinde yer alan Kensington bahçelerine uçan ve orada karşıl...

Yeni Antika

Resim
Yanınızda kitap götürseniz, etrafa bakmaktan okuyamazsınız. Arkadaş götürseniz,satılan eşyalardan başka bir şey konuşamazsınız. Hem Kafe hem de sanat galerisi olarak işleyen New Antique’e hoş geldiniz. Nice vapurun, nice yolcunun ve nice hayatın karıştığı yerdeyiz. Minik elleriyle dümbeleğe dokunan çalgıcı çocukları, yıllarca süren tadilatından sonra bizlere güzelim hüsnü cemalini gösteren Süreyya Operası, emektar kırmızı tramvayı, Boğa’sı, sakin ve nezih insanı, esnafı ve tüm bunların üzerine yerleştiği Bahariye’si ile Kadıköy’deyiz.Bu hafta Bahariye’nin Sanatkârlar Sokağı’na düşürdük yolumuzu ve hem sanat galerisi hemde kafe olarak işletilen, ilginç bir mekanda bulduk kendimizi. New Antique, ışıklı tabelası ve heykel garsonuyla ta sokağın başından selamlıyor ziyaretçilerini. Git gide yaklaştığım binası, bir başka şehre ve bir başka zamana taşıyor gözlerimi. Henüz, havalar iyice bozmamışken niyeti, sokaktan çiçekliklerle ayrılmış masaları sıcak bir çay ya da kahve keyfi için fısıldıy...

Ritsa Gölü’nden Gelen Lezzetler

Resim
Hayatımızın büyük çoğunluğunu ev dışında; iş yerlerinde, sokaklarda, dershanelerde, alışveriş merkezlerinde ve saatlerce açılmayacağı aşikâr trafik sıkışıklığında geçiriyoruz. Hal böyle olunca o güzelim ev yemeklerinin lezzetli tadı damaklardan, hafifliği de midelerden silindi gitti. Fastfood’dan afakanlar basmış, yağlı ve ağır yiyeceklerden de gına gelmişti ki leziz ev yemekleri yapan şirin yerler imdadımıza yetişti. Bu hafta size gururla takdim edeceğim mekân da ev yemeği geleneğini sürdüren, bunun yanı sıra Çerkez yemekleri de yapan Ritsa. Kadıköy’de rıhtıma kadar uzanan Moda Caddesi’nde yer alan Ritsa, Kadıköy’ün simgesi ve buluşma noktası Boğa’ya, dershanelere, Adliye’ye ve iş merkezlerine oldukça yakın. İsmini ise etrafını Kafkas dağlarının örttüğü buz gibi serin ve mavi suların sahibi Abhazya’daki Ritsa Gölü’nden alıyor. Misafirlerini masmavi gözleri ve güleç yüzüyle karşılayan Birsen Hanım, küçük bir yerim olsun fikrinden yola çıkmış ve bugün harika lezzetlerin yer aldığı bu y...

Kumbaracı 50

Resim
Bundan tam 10 yıl önce üniversite tiyatroculuğu ile hayallerine kavuşan, saat altıdan önce mimarlık, akademisyenlik, gazetecilik yapan; altıdan sonra ise tiyatro ile buluşan Altıdan Sonra Tiyatro ekibi göçebe bir yapıyla sergilediği oyunlarını yeni sezonda, Taksim’deki Kumbaracı Yokuşu’nun 50 numarasında sahnelemeye hazırlanıyor. Mekâna gereken sahne tasarımının yapılması ise bir hayli masraflı. Bu nedenle “Duvarda Çivin Olsun!” ismiyle bir destek kampanyası başlattılar ve destek verenlerin ismini birer çivi ile duvara asmaya karar verdiler. Altıdan Sonra Tiyatro’culardan Yiğit Sertdemir, Aslı Can Kortar ve destekçilerinden Hasibe Eren ile bir araya geldik… Yerleşik düzene geçmeye nasıl karar verdiniz? Yiğit Sertdemir: İlk kurulduğumuzda da kendi mekânımız olsun istiyorduk ama başarılı olabilecek miyiz bilmiyorduk. Buraya kurulacak sahnede oyuncular ve seyirciler hayli yakın olacak. Bu, biraz korkutucu ama güzel, yeni bir buluşma bizler için. Mekânı görmeye gelen performans sanatçıla...

Avatar

Resim
Okuyucuya not: Eski bir yazıma ulaşmak için “did” klasörünü karıştırırken blogda paylaşmadığım yazı ve röportajlarımın varlığını keşfettim. Aslında buraya kondurmadığım çok şey var ama sanırsam yaptıklarımı paylaşma konusunda biraz hastalıklıyım. Aklıma “Kime ne?”, “Yeteri kadar iyi değil zaten”, “İstediğim gibi olmadı” gibi düşünceler üşüşüyor ve kendime saklama bencilliğiyle vazgeçiyorum. Ama istemeyen okumaz değil mi? Zaten okuyan var mıdır bilemiyorum! =)) Buzullara çarpıp batan gemiyi hemen hepiniz hatırlarsınız. Anlatması benim için çok kolay oldu, sizlere hatırlatması da öyle. Bundan 12 yıl önce çekilen Titanik filmini ismini telaffuz etmeye gerek bile kalmadan anlatıyor tek bir cümle. Yıllarca duygusallığıyla beynimizi ve kalbimizi ele geçiren filmin ilginç sürümleri bilmem kaç kez komediye konu olmuştu ve onlar bile çok tutmuş, çok güldürmüştü bizleri. Bol ödüllü, bol yankılı, bol tartışmalı Titanik filminin yazarı ve yönetmeni James Cameron yeni bir filmle, Avatar ile karşı...

PRENSESİN UYKUSU

Resim
Masallar genelde uzak diyarların birinde, melek kadar güzel ve pamuk kadar yumuşak kalpli hanedan üyesinin kötülükle sınanmasını anlatır. Masalsı anlatımıyla perdeye yansıyan Prensesin Uykusu'ysa uzak diyarların aksine, on beş milyonluk İstanbul'da geçiyor . Tabi k lasik anlatıma uyan özellikleri de yok değil… Film hala gösterimdeyken içeriğinden bahsetmek istemiyorum. Daha çok kişisel eleştirimi yapıp gideceğim. Sinema hocalarının aksine dönem sineması yapıp dönemi vurgulamadığına dair, popüler sinema yapıp kolaya kaçtığına dair devamlı eleştirilen Çağan Irmak’ın sinemasını seviyorum. Ama… Prenses’in Uykusu’nda benim gibi acemi bir sinemacının bile rahatsız olacağı sahneler var! Bir kere Sevinç Erbulak’ın (Seçil) ve Çağlar Çoruhlu’nun (Aziz) oyunculuğu insanı filmden uzaklaştıran cinsten. Aziz karakterinin çocukluğuna inen canlandırma sahnesi güzel bir tat bıraksa da karakterin bütününü kurtaramıyor. Ayşenil Şamlıoğlu’nun (Hacer), Alican Yücesoy’un (Neşet) ve Genco Erkal’ın (...

Müziğin ta kendisi: John Barry

Herkes aynı şehirde yaşar, aynı vapura biner, aynı güneşe bakar ve aynı yolu koşar. Ama kimse aynı hissetmez. Aslında bir “konu” vardır ve hayat ona göre işler. Bu tuhaf işleyiş, blöf yaptırdığına inandığı an masaya kare asını bırakır ve her yolculukta size yeni yeni oyunlar çıkarır. Bu oyunlarda mühim olan, ne istediğini bilmektir ve hayat hangi yöne, ne kadar güçlü akarsa aksın ona aldırış etmemektir. Tüm bu karmaşa içerisinde ne kadar ilerleyebilirsiniz, oyuncunun blöflerine ne kadar dayanırsınız bilemiyorum ama bundan yıllar önce, 14 yaşında amacını keşfeden bir çocuk, hayallerini renkli uçurtmasına bağladı ve o ipin ucunu hiç bırakmadı. Uçurtması öyle çok yükseldi ki… Onlarca ülkede binlerce şehir gezdi ve milyonlarca insanı ezgileriyle hislendirdi. Besteleriyle o, söylemek isteyip de sustuklarımızı; aşkı, kıskançlıkları, merakı ve “olmayacak” fikirlerimizi haykırdı. O uçurtmalı çocuk, efsanevi James Bond film serisinin bestecisi olan, 1970’lerden bu yana yüzlerce TV ve film müziğ...

PELİN ESMER

Resim
Oyun isimli belgeseli ile dünya çapında üne kavuşan Pelin Esmer, 25 eylülde gösterime giren ilk uzun metrajlı filmi 11’e 10 kala ile karşımıza çıktı. Not: Röportaj 11'e 10 kala vizyona girmeden önce yapılmıştır. Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünden mezunsunuz. Peki, film çekme isteği sizde nasıl oluştu? Liseden beri izleyici olarak sinemaya ilgim vardı. Üniversitede sosyoloji okudum. Sosyoloji alanında Türkiye’de yapılabilecek temel şey akademisyen olmak. Akademisyenliğe yapı olarak çok uygun olmadığımı düşündüm; kendimi ifade etmek için sinemanın daha uygun olacağını hissettim. Bu sırada da tek başına film yapmak için buraya gelmiş olan Amerikalı yönetmen Jeanne Finley’e asistanlık yaptım. Yavuz Özkan’ın sinema atölyesi o sene açılmıştı. Bir yıl oraya devam ettim. Daha sonra yönetmen yardımcılığı yaptım ve zaman içinde kendi filmlerimi yapmaya başladım. Sinemaya, Türkiye’de çok da üstüne gidilmeyen bir dal olan belgesel film ile başladınız. Neden kurmaca değil de be...

RÜZGÂRLA KONUŞAN YÖNETMEN:JOHN WOO

Kameranın hızla aralarından geçtiği dağlar yükseklikleriyle ürkütür izleyenleri. Siyah t-shirtlü, uzun saçlı bir adam; Tom Cruise sıcak güneşin yaydığı turuncu göğün altında, korkusuzca sarp kayalıkların yükseklerine tırmanır. Bir an sağ eli boşlukta kalır ve… Onun düşüşüyle kesilmiş nefesimiz, fal taşı gibi açılmış gözlerimizle perdeye kilitleniriz. 2000 yılında yayınlanan Görevimiz Tehlike serisinin 2. filmi ile bizi bizden alan yönetmen John Woo; Güney Çin’de doğmuş, Hong Kong’da büyümüş ve sinema kariyerine de yine büyüdüğü kentte, yönetmen yardımcılığı ile başlamıştır. YAĞMURLUKLA GELEN BAŞARI Tercihini şiddet içerikli, bol gerilimli filmlerinden yana kullanan, 1960’lı yıllarda pek çok kısa film çeken Woo, Prodüktörlüğünü Jackie Chan’in yaptığı The Young Dragons ile uzun metraj kariyerine başlamıştır. Sinema dünyasına adım attığı ilk yer ise metin yazarlığı yaptığı Cathay Stüdyoları’dır. 1980’li yıllarda gişelerde başarı elde edemeyen John Woo, bir süre uzaklaşma isteğiyle Tayvan’...